Quantcast
Channel: hafif.org - serdarsabri - beğendikleri
Viewing all articles
Browse latest Browse all 10

Molokanlar- Komünist Dinciler *

$
0
0
Molokan Ailesi
Molokan Ailesi

Rusya’da doğmuş benim dedemin dedesi. Bense Kars’ta doğdum. Kars dedemin göç ettiği zamanlar Ruslar’ın himayesindeymiş. Ben doğduğumda ise Türkiye Cumhuriyeti sınırları içindeydi. Memleket aynı, yönetim ve insanlar farklıydı sadece. Benim doğduğum yıl çok kar vardı. Kar, bu bağlamda Rusya’ya benziyordu. Ama anavatan dedikleri Rusya’da kar yağınca hayat durmaz. Kars’ta ise durur. Yıllardır Karstayım. Tek bir kimse sormadı, kimsiniz diye. Sonra Tarık Akan geldi, yeni filmi için. Bir Molokan'ı canlandıracakmış. Bir anda bakışlar bize çevrildi. Kimdik, Russak burada ne arıyorduk? Sorular artıkça yeniden ulaşımın kesildiği, hayatın durduğu ana dönmek istedim. Orhan Pamuk ile başladı, Kars furyası. Kars artık sineması olmadan film festivali yapılan şehir değil; Kars tarihin beşiği. Konumuz Kars değil, konumuz benim ve ailemin hikayesi. Anarşistik, deli doluyduk, Rusya’dan sürülünce en yakın ve en benzer olan şehre Kars’a geldik. Kimileri ise bizi çok sevdi. Lev Tolstoy onlardan biridir. Bize olan sempatisini her yerde haykırdı. Bizimle dayanışmak için kitabının teliflerinden verdi ve kampanyalar düzenledi. Ama yine de olmadı. Dünyanın dört bir yanında yaşayan, komünist özellikler taşımasına rağmen dindar olan, sürgünlerle geçen bir ömür süren, vatansız bir ulusuz.

İsmimizin daha doğrusu ulusumuzun isminin söylenişi ülkeden ülkeye, nesilden nesile değişti. Oysa daha önce de dedim. İsimleri yanlış söylemek de bir katliamdır. İsmimiz Rusça’da süt anlamına gelen molok kelimesinden geliyor. Molokanlar ise süt içenler anlamındadır. Türkiye’de bize malakanlar diyorlar. Belki Molokanlar demek zor geliyor. Biz beyaz rus değiliz, bu yüzden mi sevilmedik?

Bugün 3 milyona yakın nüfusumuzla dünyanın dört bir yanına dağılmış bir ulusuz. Aslında molokanlar ismi ulus bağını değil, dinsel bir bağı simgeler. Gerçi kimi sosyologlar bunun tam tersini söyler. Bizim öykümüz trajik ve hüzünlü. Toplumsal vicdanın olmadığı yerlerde kimseler öykümüzü dinlemek istemedi.

\

Vicdani Retçi Bir Topluluk
17. yüzyılda başlıyor, hikayemiz. İlk hıristiyanlardan denilen topluluğumuz Ortodoksların kiliselerine ve Protestanlığın yapısına karşı çıktı. Devrimci, hümanist, dinin kurallarına karşı gelen, çalışkanlığımız ve dürüstlüğümüz ile Ruslardan hemen ayrılan bir topluluğuz. Hatta iddia ediyorum dünyanın en büyük, kitlesel vicdani retçileriz. Bizim tanrı anlayışımızın temelinde Ortodokslarda olduğu gibi Mukaddes Kitap (Bible) vardır. Bize göre tanrı 3 surette görünür. Tanrı-baba; tanrı- oğul ve Tanrı-kutsal ruh. Buraya kadar Ortodokslar ile aynı inançları taşıyorduk. Ortodokslar büyük perhizde süt içmeyi günah sayarlar. Oysa biz her gün süt içilmesi gerektiğini öne sürüyoruz. İplerin kırıldığı, hışıma uğramamızın sebebi ise yıllar yıllar önce yaşayan liderimiz Filip Mihayloviç Şubin’in askerliğe karşı çıktığı dilekçeyi çara sunmasıyla başlamıştır. Sunduğu dilekçe ve özgürlük talepleri için hapse atıldı. Kars Hapishanesinde birkaç ay kaldıktan sonra serbest bırakıldı. Cesur, yiğit, büyük bir önder olduğunu yazar kitaplarımız. Bizler ikonlara tapmayı ret ediyoruz, dini ritüellere karşıyız, savaşmaya karşıyız, ibadet etmeyi ve ruhban sınıfını ret etmeyi ve komünal bir yaşamı savunan felsefelerimiz var. Söyleyin bu düşünceleri o zamanlar hangi toplum kabul eder. Bizimkini de etmediler ve çarın hışmına uğradık. Aynı zamanda sigara ve alkol tüketimine karşıyız. Dönemin en devrimci ulusuyuz. İkona, haç, istavroz çıkarma, askerliği ret etme gibi özelliklerimizle hayatın bizim için zor geçeceği belli oldu. Biz saf inanca ve Hıristiyanlığın en sade, törensiz haline dönmeye uğraşıyoruz. Erkeklerimiz sakallarını kesmez, kadınlarımız başlarını örter. Dedemin dedesi baskılara karşı uzunca bir zaman direnmiş. Bütün ruhban sınıfı ve kiliseler bizle alay etmek için bize molokanlar yani süt içenler demeye başladı. Olsun biz yine de direndik, sürüldük inançlarımız yüzünden. Halkımızın birçoğu Amerika’ya gitti. Orada da askerlik yapmadık. Din adamları evlerimizi basıp dine geri dönme çağrısı yaptılar. Oysa biz dinden kopmadık. Bizim için geçerli olan tek şey tanrıydı. Diğer ritüellere, ikonalara inanmadık.
Dedemin dedesi 1803 yılında Çar 1. Aleksandr’a mektup yazdı. Bunun üzerine çarın çıkardığı fermanla koruma altına alındık. O dönem bizim inançlarımızı özgürce yaşadığımız bir dönem oldu. Bu hikayenin mutlu son ile biteceğini, barış içinde yaşayacağımızı düşündük. Yanılmışız, kimsenin ötekine tahammülü olmadığını hayat bize gösterdi. 1930 yılında yani 27 yıl sonra Çar 1. Nikola kilisenin baskılarına dayanamayarak yeni bir ferman çıkardı. Bu fermanla sınır kentlere sürülmeye başladık. Sibirya, Kırım, Erivan, Tiflis sürüldüğümüz kentlerdendi. Yine de Rusya sınırları içindeydik. Mutluyduk, anavatan denilen yerdeydik. O dönemler zor dönmelerdi. 1877 Osmanlı- Rus savaşı başlamış, Fransız İhtilali olmuş, dünya da karışıktı. Zorunlu askerlik uygulaması başladı. Askere ihtiyaçları vardı ve bzie de geldiler. Dedemin dedesi askerliği ret etmiş. Silah eline asla almayacağını, çünkü silah alırsa bir insanı öldürmek zorunda kalacağını söylemiş. İnsan öldürmek bizim inancımıza göre en büyük günahtır. Tekrar sürgün günleri başladı. Kimimiz Amerika’ya, kimimiz Kanada’ya kimimiz ise Kars’a sürüldü. İşte biz Kars’a sürülen topluluğun içindeydik.

Komünist Dinciler
Bolşevik hareketin önderi Vlademir İliç Lenin’in hayatımızda çok önemli bir yeri vardır. Bütün iktidarlar, çarlar bizden korkarken o tama tersi bizim kazanılmamız gerektiğini düşünüyordu. Çünkü aslında onların savunduğu fikirlere yakın şeyler savunuyorduk. Üstelik onların din ile ilgili düşüncelerine zaten biz özü gereği inanıyorduk. 1917 Ekim Devrimi ile birlikte her şey değişmeye başladı. Kars’a yerleşmiş olan birçok Molokan hatta benim dedemin babası; komünistlerle işbirliği yapıyordu. Türkiye Komünist Partisi’ne üye birçok akrabamız vardı. Ekim Devrimi’nden sonra Rusya’ya bizi geri çağırdı. Kimi akrabalarımız giderken birçoğumuz gitmedik. Artık vatanımız Karstı. Burada yeni bir hayat kurmuştuk. Üstelik Kars’ta yaşayan Kürtler, Ermeniler, Azeriler, Karapapaklar, Dukhobarlar bize alışmıştı. Bazen geçmişi düşündüğümde acaba dedemler Rusya’ya dönse hayatım farklı mı olurdu diye sorarım? Cevabını hiç bilemeyeceğim sorulardan biri daha…Karapapaklara ne oldu misal, bilen var mı?
Bizim Kars’a sürülmemizle ilgili rivayetler çoktur. Bunlardan birincisi Kars ve çevresini Slavlaştırmak, ikincisi Müslüman olan bir topluluğu inançlarımız ile karıştırmak. Çünkü biz farklıydık. Ancak hemen burada bir not düşmek gerekirse bunların hiçbiri olmadı. Müslüman ahali bize şaşırıyordu. Onlar gibi sakalları uzun erkekler, başı örtülü kadınlarımız vardı. Domuz yemezdik. Meydanda toplanıp silahları yaktığımız, bunun tasvirinin bulunduğu bir resim bile var. Bizim hıristiyan olduğumuzdan bile şüpheleniyorlardı. Yine çok önemli bir ayrıntı Kars henüz Osmanlı Tebaasında değildi. Ben doğduğumda daha önce dediğim gibi Türkiye cumhuriyeti vardı. Ancak dedemler göç ettiğinde Kars Rusların elindeydi ve Kars’ta yaşayan başka halklar vardı. Burada hikayeme kısa bir ara verip, size Kars’ın tarihini anlatayım. Bu sayede bir nebze de olsa kafa karışıklığı çözülmüş olur:

Kars 1534 yılında Osmanlı İmparatorluğu’nun eline geçiyor. Ruslar ise 18. yüzyıldan itibaren bütün Kafkasya’yı almaya başlıyorlar. Kafkaslardaki Müslümanlarda en yakın yer olan Kars’a sığınıyorlar. Özellikle Azeriler ve Çerkesler. Bu dönemde şehrimiz doğu sınırını koruyan stratejik anlamda önemli bir yer haline geliyor. Ruslar bütün Kafkasya’daki hatta dünyadaki yayılmacı politikaları sonucu Kars’ı da birkaç defa kuşatmışlar. En sonunda 1877 yılında almışlar. İşte Kars’a ilk sürüldüğümüz zaman bu dönemdir. Osmanlı ise doğudaki en önemli sınır kapısını kaybetmiştir. 1917 ekim devrimindeki karışıklığı fırsat bilerek Osmanlı tekrar 1918 yılında Kars’ı kuşatır. Fakat bir sonuca ulaşamaz. 1920 yılında bu sefer Kazım Karabekir Paşa devreye girer. Kars tekrar kuşatılır ve nihayet 1921 yılında Kars Antlaşması ile şehir tekrar ele geçirilir. Bolşeviklerle bu anlaşma bir tren vagonunda imzalanır. Bu vagon halen Kars müzesindedir. Yolunuz Kars’a düşerse uğrayın.

Şehir tekrar alındığında Türkiye karışık bir zamandan geçiyordu. Bir yandan Kurtuluş Savaşı, bir yandan yoksulluk. Yine hedefteki isimdik. Kars’ta Müslüman ahalinin fazla olması istemiyordu. Şuan ki durumla ermeni nüfusu daha fazlaydı. Bolşeviklerle yakınlığımız, TKP üyeliğimiz gibi problemler ve askerliğe karşı olmamız gibi sebeplerle Kazım Karabekir Paşa bizi sürmenin yolunu bulmuştu. Zorunlu askerlik yasası. Ankara’dan böyle bir emir geldiğini söyledi, Paşa ve 1921 yılının ocak ayına kadar ya askere gideceğimizi ya da Kars’ı terk etmemizi kledi. Bize yine yollar görünmüştü. Birçok akrabamız inançları gereği askerlik yapmayacaklarını söyleyerek başka ülkelere göç ettiler. Benim ailem ve birkaç aile daha kaldık. O zaman göç edenlerin 20 bin olduğunu dedem anlatırdı. Ne kadar doğru ne kadar yanlış bilmiyorum. Kalanlar askere gitti. Babam askere gitme sebebini şöyle anlatır:

--- Savaşmak benim dini inancıma ters. Ama vatan için savaştım.

\

Son Molokan
Kars’tan ilki 1921 yılında ikincisi de 1962 yılında olmak üzere iki defa gitti, Molokanlar. Kaderimiz buydu, bizim. Hiçbir ülke bizi istemedi. Hep yollarda geçti ömrümüz. 62 yılında göç etmemizin sebebi ise baskıların inanılmaz artmasıydı. Yine rivayete göre; Kars Antlaşması’nın maddelerinden biri Molokanlar içinmiş. İstediğimiz zaman Rusya’ya dönüp, Türk vatandaşlığından çıkabileceğimize dair. Hiçbir baskıya uğramadan malımızı, mülkümüzü de beraber götürebilecekmişiz. Ama bu asla olmadı. Bir gece gizlice kaçtı, benim halkım. Korktular, çünkü. Ben son Molokanım. Eşim Kürt. Oğlum boks yapıyordu. Bir insana zarar verir diye yasakladım.Burada doğdum, siz bu yazıyı okuduğunuzda ölmüş olacağım. Kardeşim Rusya’da deniz kenarında bir şehirde oturur. Bense sadece karı gördüm. Anadilim Rusça. Ama Türkçe ve kürtçe’de konuşurum. Kilisem yok evde ibadet ederim. Sizler gibi oruç tutarım. Bizim orucumuz 24 saat. Aleviler gibi. Akşamdan akşama. Ne kadar benzeriz oysa. Bana Hıristiyan dediler sizeyse Müslüman. Başka Molokan kalmadı. Bizim geleneğimizde cenazede gözyaşı dökülmesi, feryat ve isyan edilmesi günahtır. Sükut içinde ölüler toprağa verilir. Kızım benim cenazemde bu geleneği bozdu. En çok üzüldüğümse mezarlarımız talan edildi. Biz, Türkiye’nin solan renkleriyiz.

*Fevkulbeser’in bir sözünden esinlenmedir.
*Yazılanlar gerçek, kişi ise son Molokan Vasil Gavrilev Dölemenci’dir. 27 Nisan 2007’de Kars’ta öldü. Molokanlar'ın tarihi hikaye edilerek, onun ağzından anlatılmaya çalışıldı.

KAYNAK1: Sürgün Bahçesinin Solan Rengi- Molokanlar Kitabı

KAYNAK2: Son Molokanla Röportaj

KAYNAK3: Malakanlar'ın toplumsal yapısı kitabı

KAYNAK4: Wiki-Molokan

KAYNAK5: Molokanlar Home Page

KAYNAK6: Erkan Karagöz- Malakanlar

KAYNAK7: Ayşe Hür- Her Türk Asker Doğar mı?

KAYNAK8: Who Is Molokan?

Bu yazı serdarsabri tarafından hafif.org adresli sitede yayımlanmak üzere yazılmıştır. Kaynak gösterilmeksizin kopyalanamaz.


Pilli Projeleri: Pilli.com: Kolektif Bağımsız İçerik | Sosyomat.com: Arkadaşını Etiketle | Put.io: Online Cloud Storage

Viewing all articles
Browse latest Browse all 10

Latest Images